Canımın sıkkın olduğu, kolaylıkla gerçek
dünyadan sıyrılıp yeni bir dünyaya girmeye ihtiyaç duyduğumda çizgi roman
okumayı tercih ederim.. O dünyaya beni en kolaylıkla geçiren çizgi romanlardan
biri de Julia’dır.
Bir Kriminoloğun Maceraları. Son üç cildi
Çizgi Düşler tarafından yayınlandı. Çok şaşırtıcı olmayan, biraz da yüzeysel
suç öyküleri içermekle beraber ortamı, karakterleri, dönemsizliği ile insanı
içine çekmeyi başaran bir seri. Beni çekmesinin en büyük nedenlerinden biri de
Julia karakterinin Audrey Hepburn olarak çizilmiş olması. Whoopy Goldberg ve
John Malkovich de önemli rollerde yer alıyorlar. Breakfast at Tiffany’s ‘i ilk izlediğim
zamandan bu yana Audrey Hepburn’e hayranım..Julia ise gerçekten ona çok
benziyor.
Çizgi Düşler tarafından yayınlanan ilk cildin
“Canlı Yayında Cinayet” adlı öyküsünü okurken aşağıdaki şiirle karşılaştım:
Ruhum benim
gözlerini yavaş yavaş yum
Rüyanda derin
sulara gömülür gibi, çıplak teninde bembeyaz bir giysi
Rüyaların en güzeli
seni içine alacak
Ruhum benim
gözlerini yavaş yavaş yum
Kendini benim güçlü
kollarıma bırakır gibi bırak
Rüyanda beni hiç
unutma
Gözlerini yavaş
yavaş yum
O kahverengi
gözlerini
Yemyeşil bir ateşin
içinde yanan o gözlerini
Ruhum benim
Dizeler oldukça tanıdık geldi bana. Bir
sonraki sayfada ise Julia yardımcısı Emily’ye şiirin çok sevdiği bir Türk yazar
olan Nazım Hikmet’in olduğunu söylüyordu. Şiiri bilseydim de tanımak oldukça
zor olurdu tabii ki. Türkçe’den İtalyanca’ya ardından tekrar Türkçe’ye
çevrilmiş halinin orjinaline çok fazla benzememesi olağan.
Ancak şiiri bilmiyordum..Yine de tanıdık
geldi.. Kimseyi tanımadığın bir ortamda birden tanıdık bir yüz görmek gibi..
Fotoğrafını çekip facebook’ta yayınladım.
Arkadaşlarımdan biri karakterin değil de çevirmenin tercihi olabileceğini yazdı
hemen yorum olarak. Ben pek öyle düşünmüyordum.
Daha sonra bir şiir daha geldi:
Rüyamda güzelimi gördüm
Dalların üzerinden bana göründü
Tıpkı ay gibi geçip gidiyordu
Bulutların arasından süzülüp
O gidiyor ben de onu izliyordum
Ben duruyordum o da duruyordu
Ben ona bakıyordum o da bana
Ve her şey burada bitti
Altında da şöyle bir dipnot:
“Bu dizelerin Nazım Hikmetin “Ruhum” ve
“Piraye İçin Yazılmış : Saat 21:22 Şiirlerinden “9 Ekim 1945” adlı eserlerinden
alındığını düşünüyoruz. Ama eklemeler, eksikler ve birbirine karışmış cümleler
yüzünden, kesin bir yargıya varamadık. İlgilenenlerin bu şiirlere erişip
karşılaştırma yapabilmeleri için bu bilgiyi paylaşma gereği duyduk”
Çevirmenin tercihi olmadığından emindim zaten J
İlk şiirin Ruhum olduğunda hem fikirim. Ancak
ikinci şiirde İbrahim’in Rüyası, 9 Ekim 1945’ten daha yakın geldi bana..
Ruhum
gözlerini yumuşacık yum
kucağımdaymışsın gibi bırak kendini
ninni,
uykunda unutma beni
ninni...
Gözlerini yumuşacık yum
yeşil ela gözlerini
ninni ruhum ninni
Sen yukarda yemişli dalların içindesin,
yeşil gözlerin güneş dolu,
dudakların bala bulanmış
ben ağacın dibindeyim,
bir ayağım çukurda...
Ben senden çok önce gideceğim,
sen bensiz kalacaksın ihtiyarlığında...
İbrahim’in Rüyası
rüyada gördüm yari,
açılmış memeleri,
şöyle belden yukarı
bulutların arasında ay gibi gider.
o gider, ben giderim,
ben dururum, o durur,
ben ona bakarım, bakar o bana.
gözyaşı tane tane
dökülür telgıraf tellerine.
telgıraf teli: haber,
gözyaşı: sevinç.
yeter ki rüyası hayırlı olsun
ibrahim hapiste daha on sene yatar.
Şimdi Julia’yı daha çok seviyorum.
Peki siz? Çizgi Roman Okuyor musunuz?
Bu bir konuk yazar içeriğidir. Konuk yazar olmak istiyorsanız lütfen mail gönderiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder